3 Mart, neden önemli bir gündür?

3 MART, ÖNEMLİ BİR GÜNDÜR. ÇÜNKÜ BUGÜN, ÖNEMLİ BİR DEVRİM GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR.

3 MART DEVRİMİ ile 29 EKİM 1923'TE DUYURULAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN NİTELİKLERİ BELİRLENMİŞTİR. YANİ ÜÇ DEVRİM YASASI YA DA TÜRKİYE'Yİ LAİKLEŞTİREN YASALAR KABUL EDİLMİŞTİR. BU YASALARA GÖRE HER ADIM, LAİK TEMEL ÜZERİNE OTURTULACAKTIR.

Cumhuriyetin ilanından dört ay, dört gün sonra kabul edilen Üç Devrim Yasası ya da Türkiye'yi Laikleştiren Yasalar şunlardır:

A) ŞER'İYYE VE EVKAF VE KALETİ İLE ERKÂN-HARBİYE-İ UMUMİYE BAŞKANLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR, 429 SAYILI KANUN;

B) 430 SAYILI TEVHİD-İ TEDRİSAT (ÖĞETİMİN BİRLEŞTİRİLMESİ) KANUNU;

C) HALİFELİĞİN KALDIRILMASINA VE OSMANLI HANEDANININ TÜRKİYE CUMHURİYETİ TOPRAKLARI DIŞINA ÇIKARILMASINA DAİR, 431 SAYILI KANUN.

Bu yasalar neden çıkarılmıştır? Bu yasaların ruhu nedir?

Cumhuriyet ilan edildikten sonra akla gelen ilk soru, 'Cumhuriyetin bireyleri nasıl olacaktır?' sorusu idi. Başka bir anlatımla 'Cumhuriyet, nasıl bir birey yetiştirecektir?' Bu bireyleri hangi öğretmenler yetiştirecektir?

Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkede 10102 ilkokul öğretmeni vardı. Bunların sadece 2734'ü öğretmen okulu çıkışlıydı. Bunların 378'i kadın, 2356'sı erkekti. Diğerleri ya sadece ilköğretim görmüş ya da medreselerden ayrılmış, düzgün eğitim öğretim görmemiş veya öğretmenlik ehliyeti olmayan kimselerdi.

Atatürk der ki:

'Eğitim ve öğretim, bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir durumda yaşatır ya da bir ulusu tutsaklığa ve yoksulluğa terk eder.'

Türkiye Cumhuriyeti'nin bireylerinin oluşturacağı ulus, Atatürk'ün sözünü ettiği hangi eğitimden geçmelidir?

Bağımsızlık, özgürlük ve kurtuluş savaşı vermiş bir ulusun göreceği eğitim öğretim, elbette birinci tip eğitim öğretim olacaktır.

CUMHURİYET'İN EĞİTİM ÖĞRETİMİ;

a) Türk halkını özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir durumda yaşatacak biçimde yetiştirecektir.

b) Başka bir anlatımla Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan bütün insanlarımız arasında duygu ve düşünce birliğini ve dayanışma amaçlarını sağlayacaktır.

c) Yani Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkını, gerçek anlamıyla Türk ulusu durumuna yükseltecektir.

ç) Öğretim Birliği Yasası'nın başka bir amacı da diğer iki yasa ile gerçekleştirilen laik toplumu ve laik devleti anlayan, Laik Türkiye Cumhuriyeti'ni bütün nitelikleriyle hep birlikte sonsuza kadar yaşatmak için çaba harcayan, laikliği ve Cumhuriyet'in kazanımlarını yaşam biçimi durumuna getiren kadın ve erkek ayrımı yapmadan bireyleri çağdaş bilgilerle donatmaktır.

Atatürk'ün belirttiği gibi: 'CUMHURİYET, FİKREN, İLMEN BEDENEN GÜÇLÜ VE YÜKSEK KARAKTERLİ KORUYUCULAR İSTER.'

'Cumhuriyet, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.'

ÇAĞDAŞ BİR ULUS YARATMAK İSTENİYORSA EĞİTİMİ DE ÖĞRETİMİ DE ULUSAL, LAİK VE ÇAĞDAŞ OLMALIDIR. ÇÜNKÜ Atatürk'ün dediği gibi;

'Eğitim ve öğretim, ulus olmanın, bayındır bir vatan kurmanın temel koşuludur.'


Cumhuriyet'in en temel önceliği neden eğitim öğretim idi? Bu sorunun yanıtını, Atatürk'ün İsmet Paşa'ya yazdığı mektubunda buluyoruz:

'Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras olarak kaldığını biliyorsun. Okuma yaşındaki çocukların dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi çözülmemiş, Cumhuriyet'in gerekli insan malzemesini hazırlamalı, namus ve onur cephesini güçlendirmeliyiz. Anadolu'daki kültürel değerler ve eserler kaçırılmış ve kaçırılmaya devam edilmektedir.'

Şimdi filmi geriye saralım ve geçmiş eğitim sistemimize bir göz atalım. Geçmişimizi bilmezsek bugünü anlayamayız. Çünkü 'tarih dünü anlatan, bugünü açıklayan, yarına ışık tutan bir bilimdir. Ne kadar geriye bakarsak, o kadar ileriyi görebiliriz.'

Türklerde İslamiyet'i benimsedikten yaklaşık 15. Yüzyıla kadar geçen sürede eğitim ve öğretim işleri medreseler eliyle yürütülürdü. Bu eğitim kurumlarında Dinsel bilgiler yanında matematik, astronomi, tıp, fizik, felsefe, yer bilimi, coğrafya, tarih vb. konular da öğretilirdi. Söz gelimi İbni Sina başta tıp olmak üzere mantık, fizik, geometri, astronomi, metafizik, müzik konularında eğitim almıştır. Şifa ve Tıp Kanunları adlı yapıtı Latinceye çevrilmiştir. 21 yaşında ünlü bir tıp bilgini olmuştu. El Biruni, fizik, yer bilimi, felsefe, astronomi, matematik, doğa bilimleri, coğrafya, tarih alanında çalışmalarıyla ünlüdür. El Biruni, meridyen yayını günümüz ölçülerinde hesaplamış, özgül ağırlığın hesaplanması konusunda yöntemler geliştirmiş, tarihsel olayları, ekonomik nedenlere bağlı olarak açıklamış, tarihsel olayları dinsel kanunlara bağlamanın bilime aykırı olduğunu savunmuştur.

Ali Kuşçu, ünlü bir matematik ve astronomi bilginidir. Ayasofya Medresesinde müderrislik yapmıştır. Bu bilim insanları neden başarılı olmuşlardır? Çünkü özgür düşünceledirler, akıl ve bilime değer vermişlerdir.

Gerek Selçuklular gerek Osmanlıların ilk dönemlerinde Anadolu kentleri, medreseler, kütüphaneler, hastaneler, rasathaneler donatılmıştı. Sultanlar, bilginlere değer veriyordu, Söz gelimi Melikşah, matematik ve astronomiyle ilgileniyordu. Fatih, pozitif bilimler eğitimi almıştı, Rumeli Hisarı'nın planını kendisi çizmişti. Ali Kuşçu'yu Ayasofya Medresesinde görevlendirmişti. Fatih, ayrıca Ayasofya Medresesi yanında açtırdığı Sibyan Okulunda ders verecek kimselerin meslek eğitimi almasını da zorunlu duruma getirmiş ve öğretmenliği bir meslek olarak benimsemiştir.

Avrupa Katolik Kilisesi'nin baskısı altında karanlık dönemi yaşarken Türk-İslam Dünyası, altın çağını yaşamaktaydı. Ne oldu da 15. Yüzyıldan sonra işler tersine döndü? Avrupa hızla ilerlerken, Türk İslam Dünyası neden karanlığa gömüldü?

Bunun tek açıklaması vardır, o da aklı ve bilimi terk etmektir. Çünkü Avrupalılar, öğrendikleri bilgilere yeni bilgiler ve düşünceler eklediler. Oysa Türk-İslam Dünyası, bilime sırtını döndü, düşünmeyi, yorumlamayı terk etti.

Donmuş bir kalıp içinde sıkışıp kaldı.

BİLGİ KUVVETTİR ama hangi bilgi kuvvettir? Herkesin bildiği bilgi değil, senin bildiğin ama başkasının bilmediği bilgi kuvvettir.

İşte Avrupa'nın bildiği ama Osmanlının bilmediği bilgi, Avrupa'yı, Osmanlı karşısında güçlü kılmıştır.

15. Yüzyıldan itibaren, medreseler bozulmaya başladı. Osmanlı Devlet adamları ve medreselerde eğitim öğretim görenler, salt dinsel bilgiler öğreniyordu. Matematik, astronomi, felsefe, coğrafya gibi bilim dallarıyla uğraşmak günah sayılıyordu. Öğretmenliğin bir meslek olduğu unutulmuştu. Sarıklı herkes ilkokul öğretmenliği yapabiliyordu.

Akıl ve bilime dayalı eğitime, dinsel konular dışında başka konuları okumaya gerekli önemi vermeyen Osmanlının düştüğü durumu açıklayan birkaç çarpıcı örnek vereceğim:

a) Baltık Denizi'ndeki Rus donanması, harekete geçip Osmanlı donanmasını vurmaya hazırlanmaktadır. Bu durumu Fransızlar, Osmanlılara haber verir. Osmanlı devlet büyükleri, bunun nasıl olacağına akıl erdiremezler. 'Rus donanması Akdeniz'e uçarak mı gelecek?' diyerek inanmazlar.

Rus donanması, Cebelitarık Boğazı'nı geçerek Osmanlı donanmasını Çeşme Limanı'nda yakınca hayrete düşerler.

b) 1826 Savaşı yenilgisinden sonra Edirne'ye gönderilen Osmanlı delegelerine Rus delegeleri, harita üzerinde bazı yerleri gösterirler. Osmanlı delegeleri, gösterilen yerleri tayin edemez ve durum Saray'a iletilir. Onlar da işin içinden çıkamazlar. Bunun üzerine Fransa ve Avusturya elçilerinden yardım istenir. Onlar da yapılacak iş için bir milyon tazminat talep ederler. Osmanlılar, bir milyonu kendi kullandıkları bir yük (100 bin akçe) olarak değerlendirir ve kabul ederler. Aradaki farkı öğrenince şaşırırlar. Çünkü:

MATEMATİK, COĞRAFYA, HARİTA BİLGİSİ GİBİ KONULARI ÖĞRENMİYORLARDI. Yani medreselerde öğrendikleri, onları hayata ve devlet yönetimine hazırlamıyordu. Ahirete hazırlıyordu. O bilgiler de bu dünyada işe yaramıyordu.

c) Medreseler, ehil olmayanların eline geçmiş, pozitif bilimler bırakılmış; felsefe okumak günah sayılmış, sadece din bilgisi öğretilir olmuştur.

18. Yüzyıl içinde medreseler iyice çürümüştü. Yakın Çağ'ın bilimine ve bilim gerçeklerine yetecek duruma getirmek de mümkün değildi. Bu kurumlar ve ulemalar, yeni eğitim çalışmalarına şiddetle karşı çıkmış; Arapça ve Farsçayı sibyan okullarından yüksekokullara kadar sokmuşlardı.

d) Sibyan okullarının çoğu vakıftı. Buralarda hafızlar ya da babalarından kalan öğretmenliği, hafız olmamış çocukları sürdürürdü.


Sibyan okullarının kalfa denilen iki öğretmen yardımcıları bulunurdu. Bunlar, geçim sağlamaları için kayırılmış kimselerdi ve zengin çocuklarını kayırır, fakir çocuklarını da hırpalardı.


Sibyan okullarında öğretilen dinsel bilgiler, bireyi hayata hazırlamıyor, ahirete hazırlıyordu. Bu okulları bitirenler, Türkçe okuma yazmayı bile beceremiyordu.

III. Selim zamanında medreseler, kendi hallerine bırakılmış, devletin denetimi dışında

kalmış, Batı tarzında yeni okullar açılmaya başlanmıştır.

Yeni açılan Deniz Okulu, Topçu Okulu gibi yüksekokulların öğrencileri, sibyan okullarından

geliyordu; ancak sibyan öğrencilerinin bilgi düzeyleri yükseköğretimi izlemeye uygun değildi.

1838'de rüştiyelerin açılması kararlaştırılmışsa da İstanbul'da Maarif Okulu ile Edebi Bilgiler Okulu adıyla iki okul açılabilmişti. İlköğretim ve ortaöğretimde yenilik ve gelişme olmamıştır.

Tanzimat'a kadar sibyan okulları iyileştirilmedi. Tanzimat adamları da etkin olamadı, çünkü bu okullar Evkaf Nezaretine (Vakıflar Bakanlığına) bağlıydı, buraya da tutucu, her türlü yeniliğe karşı ulemalar egemendi.

e) Öğretmenlere verilen ücret yetersiz olduğundan var olan okullarda çalışacak öğretmen de bulunamıyordu.

f) 1861'de kız rüştiyesinin açılmasına kadar, kızların eğitimi ihmal edilmiş, kızların okuyup yazması ayıp sayılmıştı.

Kızların ve kadınlarımızın eğitim öğretimi ile ilgili iki anlayıştan söz edeceğim.

Birinci anlayış, Batılı anlayıştır. 19. yüzyıl sonuna doğru Türkiye'de bulunan De Gaston adlı bir Avrupalı şöyle diyordu: 'Müslüman kızlar için okul açmak, İmparatorluğu iyileştirmek için en iyi önlemdir. Şu koşulla ki bu okullarda devletin denetimi altında bulunmak üzere öğretim, Avrupalı kadın öğretmenlere verilmelidir. Zeki Türk kadınının kafasını olduran hasta bilgileri çıkarıp yerine sağlam bilgiler koyunuz; o zaman yirmi yıl içinde size nasıl adamlar yetiştireceğini göreceksiniz.

Anneler, dimağlarını iyi bilgilerle süsledikleri zaman, çocuklarının ilk gerçek öğretmenleri olacaklardır.'

Atatürk, 'çocuğun ilk oklu ana baba kucağıdır.' diye boşuna söylememiştir.

İkinci anlayış ise Doğulu anlayıştır. Zamanına göre aydın bir din adamı sayılan Şeyhülislam Musa Kazım Efendi (1858-1920), şöyle diyor:

'Kadınların eğitim görmelerine izin verirken yükseköğretimin kadınlara lazım olmadığını, şeriat tarafından kendilerine bu kadar ayrıcalık verildikten sonra İslam kadınlarının Avrupa kadınları gibi iş yaşamına girmelerine hiç gerek yoktur.'

BATILILAR, NİYE GELİŞMİŞ, MÜSLÜMAN TOPLUMAR NİYE GERİ KALMIŞLAR? sorusunun yanıtı, bu iki örnekte vardır.

g) Müneccimlerin ve bilgisiz vaizlerin telkinleri de etkili olmuştur. Şöyle ki: 'Büyük uygarlıklar ve büyük eserler vücuda getirenlerin dünyası ile bizim ilgimiz yoktur. Dört günlük ömür için gökyüzüne yükselen binalara gerek yoktur.' gibi safsatalarla halkı, geleceğini düşünmekten men ettiler.

h) Tekke şeyhleri de sürekli halkı uyutmak, kendi borularını öttürebilmek için hurafeler pompaladılar; halkın bir lokma, bir hırka ile yetinmesini sağladılar; sanatla, ticaretle uğraşmalarını engellediler.

ı) Osmanlı Devleti'nde eğitim öğretim kozmopolit bir yapıya sahipti. Ülkede beş tür okul bulunuyordu:

1) Devlet eğitim kurumları: Batı düşüncesinde kurulan ve eğitim öğretim veren askerî uzmanlık okulları; rüştiyeler, öğretmen okulu, mülkiye okulu, telgraf okulu gibi. Bu kurumlar sayıca devede kulak örneği gibidir.

2) Medreseler: Sadece dinsel bilgiler öğreten, bilime ve yeniliğe düşman bir eğitim öğretim kurumudur. Devletin denetimi dışındadır.

3) Sibyan okulları: Vakıflarca kurulup işletilmekte ve toplumdan, hayattan bağlarını kesmiş; sadece dinsel bilgiler öğretmektedir. Bu kurumlar da devlet denetimi dışındadır. Şer'iye ve Evkaf Vekaletine bağlıdır. Gerek medrese ulemaları ve Şer'iye ve Evkaf Vekaletinin baskısı ile Darülfünun üç kez kapatılmış, ancak 1900 başlarında kurulabilmiştir.

4) Azınlık okulları: İmparatorluk içindeki Müslüman olmayan toplulukların okullarıdır. Bu okulların programları topluluklarca hazırlanır, öğretmenleri aynı topluluklar tarafından

yetiştirilir, kendi çıkarları doğrultusunda eğitim öğretim görürler. Devletin denetimi dışındadır.

5) Yabancı okulları: Osmanlı Devleti ile ticari ve siyasi ilişkileri olan yabancı devletlere bağlı kişilerin ya da toplulukların kurup işlettiği okullardır, devletin denetimi dışındadır.

i) Osmanlı sınırları içindeki bulunan yabancı ve azınlık okulları: 398 Protestan, 465 Misyoner, 72 Fransız, 27 ABD, 83 İngiliz, 44 Rus, 24 İtalyan, 7 Alman ve 7 Avusturya ile 2228 Rum okulu bulunmaktaydı.

Buna karşılık asıl unsur olan Türkleri eğitip öğretecek yeter sayıda okul bulunmuyordu.

Osmanlı Yönetimi, 1914'te öğretimi dörder yıllık üçe ayırmıştı: Evvel, Sani, Âli yani ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim. Bu okullarda pozitif bilimlere ait derslerle yabancı dil de öğretilmesi uygun görülmüşse de, bu düzenleme istenileni veremedi ve medrese-okul ikiliği giderilemedi. Yani Öğretim birliği sağlanamadı.

Diğer yandan rüştiye ve idadilerde genel kültür dersleri yanında okutulan dinsel bilgilerin öğretimi daha ağır basıyordu.

Bu çeşitlilik, çeşitli tipte insan yetiştirmeye yöneliktir. Her okul, bağlı olduğu topluluğa uygun insan tipini hazırlamaktaydı.

j) Ayrıca Atatürk'ün belirttiği gibi: 'Osmanlı Devleti'nde her Eğitim Bakanının bir programı vardı. Böyle binlerce program, çeşitli programlar uygulanmak suretiyle memleketin eğitim öğretimi berbat olmuştur.'

Osmanlı toplumu da halk, medreseliler ve okullular olarak üç görüntü vermekteydi. Ülke çok yüzlü birde itim ve üç yüzlü bir toplum görünümündeydi. Duygu, düşünce ve amaç birliği bu uygulama ve bölünmüşlükle nasıl sağlanacaktı?

Bu nedenledir ki Cumhuriyet ilan edilir edilmez çağdaş, laik, akıl ve bilime dayalı bir eğitim öğretim uygulanması zorunlu görülmüştür. Evkaf Vekaleti ve Halifelik kaldırılmıştır, Öğretim Birliği Yasası kabul edilmiştir.

3 Mart 1924'te kabul edilen Öğretim Birliği Yasası ile tüm okullar, Milli Eğitim bakanlığına bağlanmış, çok başlılık ortadan kaldırılmıştır. Öte yandan da çağdaş din görevlisi yetiştirilmek için bir ilahiyat fakültesi ve imam-hatip yetiştiren okullar açılacaktı.

Öğretim Birliği Yasası'nın gerekçesinde şöyle denilmektedir:

'Bir devletin genel eğitim ve kültür politikasında, milletin duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak için öğretim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararları, güzellikleri görülmüş bir ilkedir.'

'Tanzimat Dönemi yöneticileri de Öğretim Birliğine geçmek istemişlerse de başaramamışlardır. Bir millet, ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim, ülkede iki türlü insan yetiştirir Bu ise duygu ve düşünce birliği ile dayanışma amaçlarını tümüyle yok eder.'

Çoklu eğitim ve üçlü görüntü, Cumhuriyet'in ilkelerine ve kuruluş felsefesine uygun değildir. Cumhuriyetin istediği eğitim öğretim, Cumhuriyet yanlısı insan yetiştirmek zorundadır.

CUMHURİYET'İN İSTEDİĞİ EĞİTİM ÖĞRETİM;

a) Ulusal, çağdaş, laik, akıl ve bilime dayalı olmalı;

b) Çok okuyan, düşünen, araştıran, sorgulayan ve bilgi okuryazarı olan, yaratıcı birey yetiştirmeli;

c) Ezberci değil, öğrenmeyi öğretmeli;

ç) Halktan yana olmalı, sevgiye dayanmalı;

d) Farklı düşünce ve görüşlere karşı saygılı olmayı ve tahammül gösterebilmeyi öğretmeli;

e) Devletin ve ulusun bütünlüğünü, demokrasiyi, Cumhuriyet'i, bağımsızlığı, barışı koruyucu ve güçlendirici nitelikte uygulanmalı;

f) Toplumu geriye değil, sürekli ileriye götürmeyi amaçlamalıdır.

g) Nitelikli eğitim öğretim de nitelikli öğretmenlerce verilmelidir. Bunun için de Cumhuriyet, nitelikli öğretmen yetiştirmek için Eğitmen Kursları, Köy Öğretmen Okulları, Köy Enstitüleri, Eğitim Enstitüleri, Yüksek Öğretmen Okulları gibi çağdaş okullar açmıştır.

----------------------------

Kaynaklar:

Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I, II, III

Türkiye'yi Laikleştiren Yasalar (Prof. Dr. Reşat Genç; Prof. Dr. Reşat Kaynar)

Öğretmen Okulları (Kaim Elban)

Bir Zamanlar İstanbul (Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey)

Osmanlı Tarihi III (Prof. Dr. E. Ziya Kral)

Atatürk'ün İnönü'ye Mektubu (Ahmet Cemal-Cumhuriyet)